11 Temmuz 2009 Cumartesi

Mayday Mayday!!!


Kaçacak deniz arıyorum son günlerde

Atılan her adımda şüphemi duyarmış insan bilmezdim

Bilmezdim hayatta ne oyunlar varmış

Hayatın ne oyunları varmış


Ağlıyorum ardında bir kol bir bacak değil

Yaralı bir kalp kaldı çünkü

Öyle bir kurşun ki

Derinlere sokuluyor her atışında kalbimin

Yüzdüğüm her suda benimle gelen


Tuzlu su iyi gelir derler ama

Hangi asit-baz doğru karışım ki

Ameliyat dediler ama

Masadan kalkmam zamanı durdurmam gibi

Düşeceğini bildiğim bir uçağa binmek gibi

Bildiğim tek hava yolu hayallerimken

Alışkın olduğum sahne; irtifa kaymetmek

Her gün görmüyormuydum zaten..

Hayallerim millerce uzaktalar şimdi bana

Ne bir ses kal diyen

Ne bir el ardımdan dans eden

Gidene dağ dayanmaz yolun sonu görünmese de

Son paraşütü de az önce bıraktım

Elveda demiycem sevmedim çünkü ömrüm boyunca

Her seferinde mecbur bırakıldım

Bu ayrılık yeni bir son

Belki de başlangıç kim bilir?

Denemeden göremem öyle değil mi?..

19.03.2009

Umut Duasıyla Gelen Yıldırım


Sen yokken her günüm boş gittiğim her yer gurbet
Arar dururum, yolunu dört gözle beklerim
Sen bilmezsin hala tanıştığımız gün ki adamım
Her gün karşında başka kızlarla
Umursamayan hallerde geçen ben
Dıştan seni yakıyor mudur? bilmem ama
İçim beni kül etmek üzere

Hep süprizlerle doluydun
Bakışlarımda durmayı başardığın gibi
Can verdiğim tatlı kız şu an bile elimi tutuyor
Sarılırken sarhoş olan göğsüm
Şu an bile muhtaç sıcaklığına
Ve sen hala bilmiyorsun kopan kıyametlerimi...

23.04.2009

Sevmenin Son Tarifi


Seni sevmek bensiz akıp giden hayatına uzaktan bakmak oldu çoktandır. O çocuk ellerinin bir başkasının saçlarında gezdiğini, aniden özlemle sarılıp bir başka yüzü öpücüklere boğduğunu, sabahları bir başka adama gitme diye sayıkladığını düşünmek oldu seni sevmek. Geceleri kokuna hasret yatağımda ter içinde uyanmak, kendimin bile affedemediği bir bencillikle, kalbindeki tek aşkın benimki olması için gözyaşları içinde tanrıya yalvarmak oldu. Seni yasak bir aşk gibi gözlerden uzakta, rutubetli duvarlar arasında yaşamak oldu, sevmek...


Sevgili Cezmi Ersöz'ün Şizofren Aşka Mektup kitabından not düştüğüm en güzel parçalarından biri. Okunmaya değer bir bunalım. Yolunuz düşerse bir kitapçıya eliniz giderse Cezmi Ersöz'e ve aşıksanız aşk acısı çekiyorsanız bırakmayın rafa tercihiniz doğru.. :)

Zaman Kaybı


Şu an kuş kadar hafifim.. Ama bi yanım da aksini söylüyo. İnsanlar aynı anda bi kaç parçaya bölünebilir mi? Tabiki de. Yapamadıklarımız için bi taraflarımızı yırtarken yaptım diye rahatladığımız anıları düşündükçe yükseliyoruz nirvanaya. İnsan beş dakika yalnız kalmayagörsün, aklından geçen her düşünce beraberinde kendine bağlı geçmiş kokan ürünlerden getiriyo. Sanki bi konuşma ya da ufak çaplı bi sohbet gibi kafamızın içinde kendimizle konuşuveririz.

Buraya nerden geldim.. Şiir yazıp kızlardan şikayet eden yazılar yazdım. Peki ben neyim? neciyim? Yazıp çiziyorum en doğrusunu ben mi yapıyorum sanki? Peki hatalarını düşünmeden bildiğini okumak, kısacası özeleştirisiz bi yaşam sürmek ne kazandırır ya da kaybettirir?

Ne olduğuma gelirsem, sanırım etrafındaki olayları gözlemleyerek iyiyle kötü ayırmaya çalışan eğlenceli bi hayatın peşinde koşan biriyim. Asiyim, kanım çok hızlı akıyo, her an birine dalasım var. Hem asi hem duygusal olmak kişilik bozukluğu mu yoksa normal mi? Hayatımda her şeyi çizgiyle ayırdığım gibi yaşanılan olaylarıda ayırmış olmayım. Nası mı? Duygusal hareket edilecek olaylar ve içimde çırpınan şeytana havale edeceğim olaylar..

Küçükkenden beri efendiliğimle tanınırım. Bu efendilik başıma çok dert açtı. Efendiliğin kıymetini bilmeyenler nasılsa sesini çıkarmaz diye üstüme geldiler. Bilenler yok mu ? Elbette var. İnsan sıfatlı karakterini tamamlayamamış varlıklar, hep sen misin efendi olan diye ezmeye çalıştılar. Dayanamayıp sesimi çıkardığım zaman da terbiyesiz ilan ettiler. Yaş farkını gözümün önüne sokanlar karakterin ne kadar yaşadığıyla değil bunlardan neler öğrendiğinle şekillendiğini anlayamadılar.

Bugün iyi ki sesimi çıkarıyorum dedim. Hakkını savunmak bu zaman da terbiyesizlik olarak adlandırılıyorsa, aile içinde şekillendirdiğim efendiliği öldürüyorum gitsin. Herkese hakettiği gibi davran ki her gün devletten beklediğimiz demokrasiyi kendi içinde kanıksa..!

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Gelinlerin Savaşı


Dün yorucu bir gündü.. Uzun bir Gaziantep maratonundan sonra eve geldik sonunda. Aklımda çıkıp parkta yalnız bir tur atmak vardı. Üstelik yağmur yağmak üzereydi en sevdiğim haliyle. Malesef tanrım bu sefer dualarımı kabul etmemiş bulutları bir güzel dağıtmıştı. Şimdi, temmuz gelmiş aklını mı kaçırdın? demeyin; çocukluğumdan beri en sevdiğim şeydir yağmurun yağması..

Yorgunluk ve üstüne her akşam ki melankoli havam beni etkisi altına almaya çalışırken odama girdim ve ablamın izlediği filmi gördüm. Gelinlerin Savaşı.. Üstelik yeni başlamıştı. Hiç sesimi çıkarmadan geçip kendi halimde izledim filmi.

Kata Hudson, Bir Erkek On Günde Nasıl Kaybedilir ve Arkadaşımın Aşkı'ndan tanıdığım romantik-komedi türlerinin vazgeçilmezi olarak düşündüğüm güzel ve her erkeğin hayallerini süsleyecek bir kadın.. Balık etli ve bazen kilo problemleri olduğu aşina ama olsun her haliyle çok tatlı:)

Anne Hathaway'in de oyunculuğuna hayranım.Kitabından sonra merakla izlediğim Şeytan Marka Giyer'de de iyi bir iş çıkarmıştı tatlı oyuncu. Bu filmde de özellikle danslarıyla etkileyici bir performans sergilemiş.

Eveeet.. Öncelikle bu filmi yazmamın sebebi gerçekliğinin beni etkilemiş olması. Nası mı? Şunu söylemeliyim ki günümüz kızlarının aralarındaki arkadaşlığına akıl sır erdiremiyorum. Niye mi? Sürekli birbirlerinin yüzüne gülen ama arkalarından neler düşündüğünü bildiğim onlarca arkadaşım, ve tanık oldugum bir sürü olay oldu. Bu filmde de çocukluktan günümüze birlikte büyümüş ve her şeyini birlikte yapmış iki kızın evlilik hayallerini gerçekleştirmek istemesiyle başlayan komik ve bir o kadar da gerçekçi rekabetlerini izliycez. Eğlenceli bir filmdi izlemenizi tavsiye ediyorum. İyi Seyirler :)

3 Temmuz 2009 Cuma

Ben ve İkili İlişkiler


Blogumu açalı henüz iki gün oldu ama daha kendimden söz etmediğim çarptı gözüme. Biri okur diye değil aslında, bir şeyler karalamak güzel.. Bunun yanında okunma hayalinin de bambaşka olduğunu belirtmek gerek. Tek okuyucumun beni burda yazmaya teşvik eden sevgili Murat Deniz olduğunu da söylemeden geçemiycem:)

1992'nin 6 eylül sabahında Gaziantep Amerikan Hastanesinde dünyaya gelimişim. Daha o günden kendini belli eden sıkılgan kişiliğimle, o daracık yerde dayanamayıp erkenden ışığa kavuştum. Ansızın çıkageldiğim için doğumdan sonra uzun süre çıplak beklediğimde cabası. Elbiselerim evden gelene dek havluya sarılı beklemem hala espri konusu olur evde. İlginç bi dip not daha; tanıdığım kim varsa bu hastanede doğmuş, çok popüler olsa gerek:)

'Değişmeyen tek şey değişimdir' derler; ama 'Can çıkmadan huy çıkmaz' favorim bu konuda. O yıllardan bugüne değişmeyen en önemli özelliğim arkadaşlarıma verdiğim önem oldu. Başta herkesle dost olmaya çalışan yapım, sonradan yediği kazıklardan sonra sadece gerçek dostlarına önem verdi. Bakış açısı değişse de değişmeyen olgular vardır. Duygular gibi.. Baştan sıkıcı olmasın diye bu konuyu irdelemiycem.

Değişmek demişken bir konu daha var değinmek istediğim. 'Bağlanmak'. Arkadaş kazığından daha çok koyar ama yedikçe yiyesi gelir insanın. İlk görüşte aşık oldum deyip gider tanışırsın kızla daha ilk haftadan güven sorunu yaşanır. Sorarsın o da hoşlanıyodur ama eskiden biri fena canını yakmıştır acısı senden çıkar. ''Güvenemiyoruuum''. Hele önce bir tanımaya çalış bakalım. ''Yok! Hepsi aynı nasılsa'' ya da ''Güvenmek istiyorum ama olmuyo, bak sorun sende değil bende'' gibi değişik avutma cümleleri kurulsa da bu saatten sonra çözüm bulmayı sakın iki kişi düşünmeyin yanarsınız. Bu sadece daha da monotonluklaştırmaktan, sıkıcı üzüntülü çekilmez bi zaman dilimi yaşamaktan başka bi işe yaramaz. Kendiniz çeşitli çözümler bulup kendiniz uygulayın, konuşma konusu haline getirmek en aptalcası..

Felaket tellalı gibidir kimisi, her an kötü bi şey olucak sanır. Bütün gün gülüp eğlenin ''Çok güldük başımıza kesin bi iş gelicek'' ile kara bulutlar çöker. Hiç bi sorun yoktur yine ''içimde bi sıkıntı var'' diye günü zehir ederler. İki dakika geç mesaj atınca araya soğuluk girer. Zaten ondan sonra tuvalete telefon taşıma seansları başlar. Duşa giriyorum diye izin istenebilir tabi. Tuvalet öyle mi? Düşünsene bi 'tuvalette işim var uzayabilir' dediğini. Olmaz! Zaten tuvalette kurudur öyle engel de yok, çek çekebildiğin kadar. Ayrıca inanın tuvalette daha yaratıcı mesajlar atılıyo, denedim biliyorum:) Konuşcak konu bulamazsanız tuvalette söyliycek iki çift sözünüz daha olur. Şunu keşfettim, normal insanların özel olarak düşünmek ya da bi iç muhasebe gibi bişey için harcadıkları zaman, bi uykuya dalarken bi de tuvalette! Ordaki o ambians içeri girer girmez bir şeyler getirir akıla ki bu da ilginç bi tez oldu.

Konuyu dağıtmadan ilk görüşte aşktan davam edelim.. Bu hatayı herkes yapar ki burda aşık olunan kızın dış güzelliğidir, hele bi de benim gibi bağlanırsanız ayvayı yediniz. Erkeklerin bu zaafına göre kızın güzelliği bütün kusurlarını örter. Ama kız için öyle değildir, ne kadar yakışıklı olursan ol sıkıcıysan iş bitti! Erkek için susup sürekli bakışmak ve bu şekilde konuşcak konu bulamadığını örtmek sorun değildir, ama kız için öyle mi? Sabahtan akşama kadar bak bak bak arada iki sıkıcı muhabbet ikide iltifat et gün öyle bitsin. Kız için nasıl peki? Yakışıklı olsun o tamam, tamam ama eğer kız arkadaşınız yoldan geçen cafedeki caddedeki duraktaki tatlı oğlanlara oy oy! diyosa işiniz var. Ne kadar çekici yakışıklı olursanız olun artık kendinizden emin olamamakla kalmayıp bu tavırlardan dolayı öyle bi kavga edersiniz ki sonunda o sağlanamayan güven iyi bi oynar yerinden. 2. kural duygusal olsun ama sade duygusallık yetmez ağzı laf yapsın. Ayrıca otoriter kızlar da vardır, onların kuralları vardır ki birini ihlal etseniz ya da etmeseniz bile hakkınızda bi dedikodu çıksa öldünüz siz. Yine güven gitti. Ha nedir o kurallar? 1.si yalan yok, sonra saygı tabi, diğeri de sadakat olur.. Listeyi uzatan kızlar eyvah dedirtir, eğer sallayan bi erkek tipi değilseniz bunların hiç biri sorun değil başkası bulunur elbette, ama seviyorum ölüyorum diyosanız, çok dikkatli olmanız gerek. Örneğin yapılan esprilere dikkat! Kızlar şaka bile olsa hepsinin altında gerçeklik ararlar. Haberiniz olmaz belki ama bi gün bi tartışma sırasında bi söyler kalırsınız öyle.

Senaryolu şakalar diye tabir ettiğim bi şaka türü var. Bi hikaye ya da olay olur içinde.. Ya başınızdan geçmiştir ya da hayalgücünüz geniştir ki kızlar hep başınızdan geçmiş gibi düşünür. Ne kadar anlaşılmasın diye abartıp anka kuşunu getirsenizde olayın özünde ki bi kusurunuz sırtınızdaki sivilce gibi elbisenin altında bekler ve bi tartışma sırasında kirli çamaşırlarınızla birlikte ortaya çıkar.

Kendimden bahsedicem diye başladım ama ilişki yorumlarından öteye gidemedim iyi mi:) İtiraf edeyim bunlar yaşanmış şeyler öyle hayal gücü falan değil. Ama hayal gücümden çok çektiğim anlaşılıyodur heralde. Sadece ilişki değil günlük hayatınızdaki kadınlardan karşılaşabileceğiniz türlü hikayelerden bir kaçı bu. Elbette koca kadın ırkını tek bi kalıpta anlatmak yanlış bunu da belirteyim. Bunun yanında melek gibi olanları olduğu gibi beterin beteri şeklindekiler de mevcut. Yazıyı uzatıp daha fazla sıkmadan burda nokta koyuyorum. Buraya kadar dayanamayan okuyucuma teşekkürümü borç bilirim:) Buraya gelenlerde alınmasın hemen, onları da saygıyla selamlıyorum, bu ilk yayımladığım yazım, umarım beğenmişsinizdir. Katılmadığınız yerler elbet vardır tabi ama yorum yaparsanız sevinirim.

iyi günler...

2 Temmuz 2009 Perşembe

Cenazeme Hoşgeldiniz!!!


Burası yeni bir ütopyaydı benim için
Kendim yazıp oynadığım oyundu bu
Ve hayalimde kaldı..

Büyüyordu dünyam, genişliyordu
Yeni insanlar, yepyeni hayaller
Bugün hepsini sergiliyorum müzemde
Yok olmuş bedenim dur diyemedi gelişenlere
Oyuncular doğaçladı ben izledim
Kestik! diyemeden oyunun sonuna geldim

Ütopyam.. kan revan içinde ağlıyor
Kaybolan benliğim insanların omuzarında gidiyor
Kimdi onlar nereye götürüyorlar onu
Gözleri kapalı kaybetmiş oyunu
Yine doğaçlama her şey
Ve ben yine izliyorum...
4.1.2009